Deve çobanlığından halifeliğe gelen Hz. Ömer(ra) için Peygamberimiz (sav), "Benden sonra peygamber gelseydi Ömer olurdu" buyurduğu insan…
Peygamber mescidinde yaşanmış gerçek bir olay:
Hz. Ömer zamanında yapılan fetihlerden elde edilen ganimetler, Müslümanlara paylaştırılmış. Bu ganimetleri içinde bir de, Yemen dokuması ve aynı renkte bir miktar kumaş vardı. Hz Ömer bu kumaşları Müslümanlar arasında eşit olarak paylaştırırken, herkes gibi kendisine de herkese verdiği miktarda kumaş ayırttı.
Günlerden cumadır. Müminlerin halifesi minberden Müslümanlara seslenir.
-Ey insanlar! dinleyin ve itaat edin…
Konuşan halifedir. Cemaatten biri ayağa kalkar;
-Ey halife! Bizim sana itaat ve itimadımız kalmamıştır. Sen önce sırtındaki elbisenin (cübbenin) hesabını ver. O zamanda bizde seni dinleyelim.
Bu söz üzerine Hz Ömer, “anlamadım” . “Cübbenin ne hesabı var”? Diye tekrar eder…
Aynı kişi devamla;
-Sen bu üzerindeki elbiseyi nereden aldın? Bizim gibi sana da bir parça kumaş düşmüştü. O parçadan senin gibi uzun boylu adama elbise çıkmaz. Nasıl oldu da böyle bol bir elbise çıktı? Der.
Hz Ömer ise;
-“Haklısın acele etme”, dedi ve bu sırada cemaate seslendi: “Ey Abdullah” hiçbir kimse kendisine cevap vermedi. Zira hutbeyi dinleyen herkes birer Abdullah idi( Yani Abdullah ismi Allah’ın kulu anlamında olduğu için… ) Sessizlik üzerine Hz Ömer yeniden seslendi.
-“Ey oğlum Abdullah”! diyerek seslendi. Cemaatin arasında olan Hz Ömer’in oğlu Abdullah,
-“Buyur ey müminlerin emiri” dedi. Hz Ömer bu defa oğlu Abdullah’a dönerek
-“Allah adına söyle, şu anda giyinmiş olduğum elbisemi nasıl diktirdiğimi anlat”! dedi. O da;
-Allah için söylüyorum ki elbisenizin bir parçası bana ait kumaştandır! Bu ifade üzerine soruyu soran sahabe tatmin olmuştu ki, halifeye dönerek;
-“İşte şimdi emret ey müminlerin emiri! Artık seni hem dinleriz hem de itaat ve itimat ederiz. Sen adaletle hareket eden bir halifesin” dedi.
Halife Hz Ömer kaldığı yerden Cuma hutbesine devam etti.
Bu olay Medine’de ki Peygamber mescidinde yaşanmış gerçek bir olaydır. Oysaki o zamanlarda Hz. Ömer elbisesini devamlı yamayıp öyle giyerdi.
O Hz. Ömer ki bugün ki Türkiye’den kat, kat büyük bir devletin başında müminlerin emiriydi. Ama öyle bir hayat yaşadı ki sokakta görenler onu halktan biri sanırdı. Asla o kendi işinde devletin mumunu aydınlatmak için kullanmazdı…
İkinci Bir Küpe
Karun Kadar Zengin Lidya Kralı Kral Krezüs ve sonu:
Mestrius Plutarkhos'un "Paralel Yaşamlar" kitabında şöyle anlatılır:
Lidya Kralı Krezüs'ü bir tarihte Atinalı bilge Solon ziyaret eder. Krezüs sarayını Solon’a gezdirir, hazinelerini gösterir, som altından tahtına oturup sorar: "Söyle Solon benden mutlusu var mı?"
Solon gülümser: "Bir insanın mutlu olup olmadığını anlamak için son nefesini vermesini beklemek daha doğru olur" der.
Aradan yıllar geçer. Krezüs, Pers Kralı Büyük Kiros'a savaş açar. Yenilir, esir düşer. Kiros onun yakılarak öldürülmesini emreder. Odun yığınının üstüne bağlanırken "Solon... Solon..." diye haykırır Krezüs, "Meğer ne kadar haklıymışsın..." der.
Evet…
Hakk'ın yolunda yalan, dolan, talan, tiyatro, israf, vurgun ve soygun yoktur.
Hakkaniyetin karşılık bulmasını beklemek her insanın hakkıdır. Çığ gibi büyüyen “ah”lar omasın… Ancak “ah”a ve bedduaya başvurulursa… Bu, öyle bir silâh olur ki yaydan çıkınca bir daha geri dönüşü mümkün olmaz ve hedefini mutlaka bulur; er ya da geç, bugün ya da yarın insanı rezil - perişan eder.
Allah bizi merhametiyle, adaletiyle, vicdanıyla yaşatsın!
Nefislerinin esiri olup dinin temel taşlarından olan hakkı, hukuku, adaleti… unutturmasın.
Allah’ın mazharına nail olmak varken gazabını kim ister ki?
Son nefesimizi vermeyi beklemeden… Hayırlı Umur – Hayırlı Ömür…
Selam ve Dua İle…