Hukuk temellerine oturmayan bir demokrasi olamaz. Hukuk, insan hak ve özgürlüklerinin güvencesi olduğu kadar, demokrat siyasal iktidarlar tarafından keyfi olarak kullanılmamasından da teminatıdır.
Kanun hakimiyeti yani, hukuk devleti, özgürlükçü düzenin temel şartıdır ve çağdaş devletin birincil görevidir.
Bu arada tabii hukuktan bahsetmeden geçmemiz gerekmektedir. Devletin ülkemizde daha düne kadar “devlet baba” olarak anılmasına neden olan, patriakal gelişimi sürecinde hukuk, devletin ya da toplumun koyduğu kuralların bütünü olarak tanımlanır.
Anlaşılabileceği üzere, bu tanım devletin üstün gücü ve egemenliğine gerekçe oluşulagelmiştir.
Tabii hukuk ise, insan ve insanın devletten önce ve devlet gücünün üstünde olan haklarını esas alır.
Yani bireyi ön planda tutan özgürlükçü demokrat anlayışta her hakkın ve her türlü hukukun ayağı insandır.
İnsanlar tarafından meydana getirilen toplulukların ve devletin kendilerine has gerçek varlıkları ve dolayısıyla hakları yoktur.
Devlet insanlar için, onların ortak menfaatlerini sağlamak için kurulmuştur. Bu nedenle de, devletler hür ve sorumlu varlıklar olan insanların kendilerini serbestçe geliştirme hakkına sınırlama koyamaz. İnsan hak ve hürriyetleri, serbest gelişmeyi sağlama amacı güder.
Devletler insanların hak ve hürriyetlerine saygı göstermezse, temel vazifesini yerine getirmemiş, varlığının nedenini kaybetmiş olur.
İnsanoğlu her yerde aynıdır. ABD’de yaşayan insanla, Türkiye’de yaşayan insan arasında çok fark yok, temel hak ve özgürlük ihtiyaçları bakımından üzerinde durmamız gereken husus halktan ziyade, yönetici sınıfın, sınıfların bu konudaki bağnazlığıdır. Toplumumuzda şu veya bu şekilde iktidar oluşturanlar, düne kadar savundukları benzer değerleri, iktidar oldukları anda umut veriyorlar.
Hatırlar mısınız bilmem ama Süleyman Demirel her seçim meydanında konuşan Türkiye isteğinden söz ediyordu ama konuşanlarda hapishaneleri boyluyordu.
Yani o günün Cumhurbaşkanı Demirel, “Konuşan Türkiye” dedi ama ne konuşacağımızı söylemedi.
Hala ülkemizde insan haklarına önem verilmediğini ve dahası, düşünenlerinden dolayı insanların hapislere atılmasını görüyoruz. Acaba rüya mı görüyoruz demekten kendimizi alamıyoruz.
Tabi, bu muameleye maruz kalan insanlarımıza çektirdiğimiz acılar bir yana, bu tutumunuzla ülke olarak, millet olarak itibar kaybediyoruz. Bir insanın, bir ülkede bu devirde fikirlerinden dolayı hapise girmesi, netice itibari ile çok şerefli, çok onurlu bir olaydır. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Hatırlayın 141, 142 ve 163 maddelerinden binlerce insan yargılandı, bu maddeler kalktı ve Türkiye’ye bir şey olmadı.
Yok biz ülke olarak kronikleşmiş hastalıklarımızdan vazgeçemiyoruz. Kuvvetler ayrılığı diye avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz ama bunu muhalefetken söylüyoruz. İktidara geldiğimizde de bütün kuvvetler elimizin altında olsun istiyoruz.
Yargıçlar bağımsız hareket edemiyor, verdikleri kararlar işimize gelmiyorsa, onu görevinden alıp veya başka görevlere atıyorsak oturup düşünmemiz gerekir. Demokratik hukuk devleti diyorsanız önce hukukun bağımsızlığı ve tarafsızlığını tesis edeceksiniz. Yargıya siyasi müdahale olmaz. Siyasiler yargıçları tayin edemez. Kendi arasında bağımsız olması gereken en önemli kurumdur. Hukukun üstünlüğü hakim kılınmada demokrasilerden bahsetmemiz mümkün değildir.