Değerli Dostlarım Bugün 16.09.2022 Değerli Dostlarım Bugün 16.09.2022 Mübarek CUMA günüdür. insanlara karşı alçak gönüllü olmaya ve kibirlenip böbürlenmekten sakınmaya TEVAZU denir.
Tevazu, beğenilen bir özelliktir. Ancak, sınırı çok iyi ayarlanmalıdır. Kişinin şahsiyetini ortadan kaldıran hafifmeşreplik tevazu değildir. İnsan, büyüklük taslamamakla birlikte, zamanın ve yerin gerektirdiği davranışı göstermelidir.Yaşlılar, Yoksullar, düşkünler, hastalar ve çocuklarla ilgilenmek, onların hal ve hatırlarını sormak tevazudur. İnsan, mevkîsi ne olursa olsun Allah'ın kulu olduğunu unutmamalıdır. İnsan hem mütevazi, hem vakûr olmalıdır. İslâm tevazu ve vakar sahibi olmayı teşvik etmekle beraber, bu hususta aşırı gitmeyi yasaklamıştır. Çünkü, tevazuda aşırı gitmek insanı zillet ve meskenete düşürür, herkesin maskarası haline getirir ki bu doğru bir şey değildir. Mütevazi olacak başkalarına karşı alçakgönüllülük gösterecek diye herkesin hakaretine, âdice davranışlarına tahammül göstermek, aşağılamalarına razı olmak ahlâkî bir fazilet sayılmaz.
Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?Kendisini yetiştirmiş, yeterli olgunluğa erişmiş bir insanda alçak gönüllülük olur. O, yaptıklarını başkası görsün, tebrik etsin diye değil, kendi ve diğer insanların mutluluğu için yapar. Ne yazık ki günümüz insanları bu ender değeri yavaş yavaş kaybediyor. Sosyal medyanın bu kadar ilgi gördüğü toplumumuzda, insanlar sırf beğenilmek için yaşıyor adeta. Kimse yaşadığı güzel bir anı, yaptığı bir iyiliği kendinde saklamıyor. Yaptıkları her şeyi insanların gözüne sokarcasına paylaşıyor.
Hiçbirimizin diğer insanların tebriklerine, alkışlarına ihtiyacımız yok. Bir başarı elde ettiysek onu gereğinden fazla abartmadan yaşamak, başarımızı diğer insanların gözüne sokmadan kutlamak en güzelidir. Her zaman alçak gönüllü olmalı, kendimizi diğer insanlardan üstün görmekten uzak durmalıyızİnsan, hatalarını, yanlışlarını kabul ettiği sürece gelişmeye, ilerlemeye devam edebilir. Atalarımız, ‘’Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır.’’ diyerek, aslında alçak gönüllülüğe de vurgu yapmıştır. Kimi zaman herhangi bir konuda bilgi sahibi olmadığımızda, bunu ifade etmek yerine kendimizce yalan yanlış da olsa bir şeyler anlatmaya, o konudaki bilgisizliğimizi gizlemeye çalışırız. Sanki her şeyi bilmek zorundaymışız gibi davranır, aslında karşımızdaki insana kendimizi rezil ederiz
Alçak gönüllü insan kendisini tanır ve her şeyiyle kabul eder. Başkasından üstün olduğunu göstermeye çalışmaz. Aksine, çoğu kez, sahip olduğu bir meziyeti bile gizlemeye çalışarak nefsini terbiye eder. Her biri, tasavvuf alanında ender şahsiyetler olan Hacı Bektaş-ı Veli ile Mevlana Celaleddin-i Rumi arasında geçen muhteşem bir hikayeyi anlatmak, alçak gönüllü olmanın ne kadar nahif ne kadar gerekli olduğunu anlatmaya yardımcı olacaktır. Zamanında, helali haramı çok da bilmeyen bir adam, haram yoldan para kazanır ve kazandığı bu para ile de eti budu yerinde bir inek alır. Gel gör ki bu adam bir süre sonra doğru yolu bulur ve artık haramdan sakınmaya karar verir. Ancak elinde haram mal ile alınan bir inek vardır ve bu ineği bir şekilde elden çıkarmak zorundadır.
Ne yapması gerektiğini düşünürken aklına şu gelir: ‘İyisi mi bu ineği bir dergaha bağışlayayım.’ İneği alır ve Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergahının yolunu tutar. Çıkar yanına, meseleyi olduğu gibi anlatır. Fakat Hacı Bektaş-ı Veli bu bağışı kabul etmez, adamı geri çevirir.
Adam şansını bir de Mevlana'nın dergahında denemek ister. Mevlevi dergahına varır, Mevlana'nın karşısına geçer ve aynı meseleyi ona da anlatır. Mevlana bu bağışı kabul eder. Kabul eder etmesine ama bizim adamın aklında bazı soru işaretleri kalır. Mevlana’ya sorar:
-Ey pirim! Aynı ineği Hacı Bektaş-ı Veli’ye de götürdüm; fakat o kabul etmedi. Senin kabul sebebin ne ola ki? Mevlana
Hazretlerinin verdiği cevap müthiştir:
Biz karga isek, Hacı Bektaş-ı Veli şahindir. Biz belki her leşe konarız; ama o üstündür, öyle her leşe konmaz. Bizimki durur mu, soluğu direkt Hacı Bektaş'ın yanında alır ve Mevlana Hazretlerinin bağışı kabul ettiğini söyler. Hacı Bektaş'ın verdiği cevabın da Mevlana'nın cevabından aşağı kalır yanı yoktur.Bizim gönlümüz küçük bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü engin bir okyanus gibidir. Küçük bir su birikintisine düşen kara bir damla (haram yolla alınmış inek) o suyu kirletebilir; fakat okyanusa düşen kara bir damla, okyanusun temizliğinden hiçbir şey götüremez. İşte Mevlana Hazretleri, bağışını bu yüzden kabul etmiştir.''
Her insanın bir sınavı ve kaderi vardır. Mevkiler, makamlar, koltuklar, zenginlikler yüce Allah’ın bizlere birer lütfudur. Bize düşen ise bu lütufun farkında olmak ve bu verilen makam, mevki , parayı layıkı İle kullanmaktır. Makam mevki ile kimseye üstünlük kurmamak, hoş görülü olmak her zaman bizi her zaman yüceltir, Erdemli yapar. CUMA mız mübarek olsun Hayırlı CUMA lar dilerim. Malik BİBER Mübarek CUMA günüdür. insanlara karşı alçak gönüllü olmaya ve kibirlenip böbürlenmekten sakınmaya TEVAZU denir.
Tevazu, beğenilen bir özelliktir. Ancak, sınırı çok iyi ayarlanmalıdır. Kişinin şahsiyetini ortadan kaldıran hafifmeşreplik tevazu değildir. İnsan, büyüklük taslamamakla birlikte, zamanın ve yerin gerektirdiği davranışı göstermelidir.Yaşlılar, Yoksullar, düşkünler, hastalar ve çocuklarla ilgilenmek, onların hal ve hatırlarını sormak tevazudur. İnsan, mevkîsi ne olursa olsun Allah'ın kulu olduğunu unutmamalıdır. İnsan hem mütevazi, hem vakûr olmalıdır. İslâm tevazu ve vakar sahibi olmayı teşvik etmekle beraber, bu hususta aşırı gitmeyi yasaklamıştır. Çünkü, tevazuda aşırı gitmek insanı zillet ve meskenete düşürür, herkesin maskarası haline getirir ki bu doğru bir şey değildir. Mütevazi olacak başkalarına karşı alçakgönüllülük gösterecek diye herkesin hakaretine, âdice davranışlarına tahammül göstermek, aşağılamalarına razı olmak ahlâkî bir fazilet sayılmaz.
Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu?Kendisini yetiştirmiş, yeterli olgunluğa erişmiş bir insanda alçak gönüllülük olur. O, yaptıklarını başkası görsün, tebrik etsin diye değil, kendi ve diğer insanların mutluluğu için yapar. Ne yazık ki günümüz insanları bu ender değeri yavaş yavaş kaybediyor. Sosyal medyanın bu kadar ilgi gördüğü toplumumuzda, insanlar sırf beğenilmek için yaşıyor adeta. Kimse yaşadığı güzel bir anı, yaptığı bir iyiliği kendinde saklamıyor. Yaptıkları her şeyi insanların gözüne sokarcasına paylaşıyor.
Hiçbirimizin diğer insanların tebriklerine, alkışlarına ihtiyacımız yok. Bir başarı elde ettiysek onu gereğinden fazla abartmadan yaşamak, başarımızı diğer insanların gözüne sokmadan kutlamak en güzelidir. Her zaman alçak gönüllü olmalı, kendimizi diğer insanlardan üstün görmekten uzak durmalıyızİnsan, hatalarını, yanlışlarını kabul ettiği sürece gelişmeye, ilerlemeye devam edebilir. Atalarımız, ‘’Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır.’’ diyerek, aslında alçak gönüllülüğe de vurgu yapmıştır. Kimi zaman herhangi bir konuda bilgi sahibi olmadığımızda, bunu ifade etmek yerine kendimizce yalan yanlış da olsa bir şeyler anlatmaya, o konudaki bilgisizliğimizi gizlemeye çalışırız. Sanki her şeyi bilmek zorundaymışız gibi davranır, aslında karşımızdaki insana kendimizi rezil ederiz
Alçak gönüllü insan kendisini tanır ve her şeyiyle kabul eder. Başkasından üstün olduğunu göstermeye çalışmaz. Aksine, çoğu kez, sahip olduğu bir meziyeti bile gizlemeye çalışarak nefsini terbiye eder. Her biri, tasavvuf alanında ender şahsiyetler olan Hacı Bektaş-ı Veli ile Mevlana Celaleddin-i Rumi arasında geçen muhteşem bir hikayeyi anlatmak, alçak gönüllü olmanın ne kadar nahif ne kadar gerekli olduğunu anlatmaya yardımcı olacaktır. Zamanında, helali haramı çok da bilmeyen bir adam, haram yoldan para kazanır ve kazandığı bu para ile de eti budu yerinde bir inek alır. Gel gör ki bu adam bir süre sonra doğru yolu bulur ve artık haramdan sakınmaya karar verir. Ancak elinde haram mal ile alınan bir inek vardır ve bu ineği bir şekilde elden çıkarmak zorundadır.
Ne yapması gerektiğini düşünürken aklına şu gelir: ‘İyisi mi bu ineği bir dergaha bağışlayayım.’ İneği alır ve Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergahının yolunu tutar. Çıkar yanına, meseleyi olduğu gibi anlatır. Fakat Hacı Bektaş-ı Veli bu bağışı kabul etmez, adamı geri çevirir.
Adam şansını bir de Mevlana'nın dergahında denemek ister. Mevlevi dergahına varır, Mevlana'nın karşısına geçer ve aynı meseleyi ona da anlatır. Mevlana bu bağışı kabul eder. Kabul eder etmesine ama bizim adamın aklında bazı soru işaretleri kalır. Mevlana’ya sorar:
-Ey pirim! Aynı ineği Hacı Bektaş-ı Veli’ye de götürdüm; fakat o kabul etmedi. Senin kabul sebebin ne ola ki? Mevlana
Hazretlerinin verdiği cevap müthiştir:
Biz karga isek, Hacı Bektaş-ı Veli şahindir. Biz belki her leşe konarız; ama o üstündür, öyle her leşe konmaz. Bizimki durur mu, soluğu direkt Hacı Bektaş'ın yanında alır ve Mevlana Hazretlerinin bağışı kabul ettiğini söyler. Hacı Bektaş'ın verdiği cevabın da Mevlana'nın cevabından aşağı kalır yanı yoktur.Bizim gönlümüz küçük bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü engin bir okyanus gibidir. Küçük bir su birikintisine düşen kara bir damla (haram yolla alınmış inek) o suyu kirletebilir; fakat okyanusa düşen kara bir damla, okyanusun temizliğinden hiçbir şey götüremez. İşte Mevlana Hazretleri, bağışını bu yüzden kabul etmiştir.''
Her insanın bir sınavı ve kaderi vardır. Mevkiler, makamlar, koltuklar, zenginlikler yüce Allah’ın bizlere birer lütfudur. Bize düşen ise bu lütufun farkında olmak ve bu verilen makam, mevki , parayı layıkı İle kullanmaktır. Makam mevki ile kimseye üstünlük kurmamak, hoş görülü olmak her zaman bizi her zaman yüceltir, Erdemli yapar. CUMA mız mübarek olsun Hayırlı CUMA lar dilerim. Malik BİBER