Öne Çıkanlar Memur ve emekli manisa milletvekili aday adayı çamlıca ilköğretim okulu nükleer güvenlik zirvesi eskiçağ

Dr. Muzaffer Yurttaş Usta İsim Suna Ongan’a geleneksel sanatları sordu

Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (TDED) Manisa Şubesi, yalnızca edebiyat alanında değil, aynı zamanda kültür ve sanatın farklı dallarında da ustaları tanıtmayı sürdürüyor. Bu kapsamda, “Ustaya Hürmet, Esere Merhamet Projesi” çerçevesinde Manisa'da yaşayan sanatçılar ve ustalar ziyaret edilerek söyleşiler gerçekleştiriliyor.

Proje kapsamında, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Başkanı Dr. Muzaffer Yurttaş Manisa'nın Şehzadeler ilçesinde Tezhip, Minyatür, Çini ve Ebru sanatçısı Suna Ongan’ın atölyesinde ziyaret etti.

Geleneksel sanatlara yıllarını veren Ongan ile gerçekleştirilen söyleşide, sanat hayatı, eserleri ve geleneksel sanatların gelecek nesillere aktarılmasına yönelik görüşleri ele alındı.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Suna Hanım öncelikle Türkiye Dili ve Edebiyat derneği olarak söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Manisa Şubesi olarak “Ustaya Hürmet, Esere Merhamet” diye bir projemiz var. Ustalarla söyleşi gerçekleştiriyoruz. Ustalarımızı topluma tanıtıyoruz, sanatçılarımızı toplumla buluşturuyoruz. Gençlerin, onları rol model alarak etkileşim sağlamaya çalışıyoruz. Projemizin kısaca amacı budur. Suna Ongan kimdir? Bize kısaca kendinizi ve sanat hayatınızı anlatır mısınız?

Suna Ongan: Öncelikle hoş geldiniz. 1977 İzmir doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi, İİBF Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünde okudum. Daha sonra yine üniversitenin açmış olduğu grafikerlik eğitimini tamamladıktan sonra bir süre grafiker olarak çalıştım. Daha sonra da geleneksel sanatlarımızla tanıştım. 2012'den itibaren profesyonel olarak geleneksel sanatlarımızı icra ediyorum.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Aslında okuduğunuz bölümle geleneksel sanatlar direkt birebir ilişkili değil sanırım.

Suna Ongan: Hiç değil. Bizim zamanımızda rehberlik eğitimleri yeterli değildi maalesef. Hocalarımız yeteneklerimize bakmaksızın bizleri en fazla iş imkânı olan üniversitelere yönlendirdiler. O yüzden ben de ablamın yolundan devam ettim. Ekonomi okudum ancak bölümümle ilgili hiçbir çalışmam olmadı. Sadece bir haftalık bir muhasebe deneyimim oldu. Bu bir hafta fikir edinmem için yeterli oldu ve başka alanlara yöneldim direkt.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Şu anda eğitime devam ediyor musunuz?

Suna Ongan: Eğitimim devam ediyor evet. Sanat tarihi okuyorum. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sanat Tarihi son sınıf öğrencisiyim. 

Dr. Muzaffer Yurttaş: Hem sanatla uğraşıyorsunuz hem de eğitimize sanat tarihi bölümünde devam ediyorsunuz.  Sanat tarihine yönlenmeniz neden?

Suna Ongan: Geleneksel sanatlarımızda hocalarımız sayesinde belli bir seviyeye ulaştık artık. Bunun yanında bilgimi ve vizyonumu arttırmak, sanatın kökenini ve gelişimini öğrenmek istedim. Yani bu sanatın doğuşu, ilerleyişi, dünyadaki yeri, bize yansımaları, bizim onlara yansımalarımız nasıl olmuş, çağımızda sanat nasıl ilerliyor; tüm bunları merak ettiğim için sanat tarihi bölümü okuyorum.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Bence çok anlamlı. Bir sanatın, bir mesleğin tarihini bilmek kadar, felsefesini bilmenin önemi olduğunu düşünüyorum. Yaptığınız mesleğin, ilerlediğiniz sanatın sosyolojisini, felsefesini de bilmek gerekir. Geleneksel Türk sanatlarına olan ilginizi nasıl başladı? İlk eğitiminizi nereden aldınız?

Suna Ongan: Çok eskiden bir antikacıda bir tezhip çalışmasına rastladım. Çok küçük, çok ince çalışılmış bir eserdi. Yani o incelik, o zarafet beni çok etkiledi. Ve o anda karar verdim. Ben bu sanatı yapmalıyım dedim. Sonra Ordinaryüs Profesör Doktor Süheyl Ünver'in öğrencisi, Merhum Şahin İnalöz Hoca'dan tezhip ve minyatür derslerini almaya başladım. 2007 yılında da icazetimi almaya hak kazandım.

Sanatın bir kolundan başlayınca diğer dalları da merak ediyor insan. Çini sanatını merak etmeye başladım. Zaten çini sanatı desen ve kompozisyon açısından tezhip sanatıyla çok paralel ilerliyor. Çini sanatını öğrenmeye başladım. İzmir'de Ebru Cankıran Hoca'dan çini dersleri aldım.

Ebru sanatına başlamam çok ilginç oldu. Uğur Derman’a ait bir ebru kitabına rastladım bir sahafta. O zamana kadar ebru sanatı ilgimi çekmiyordu ancak kitap beni içine çekti ve onu satın aldım. Kitaplığımda bir yıl kaldı. Bir gün kitabı açtım ve içimden ebru yapmak istiyorum dedim. Böylece ebru serüvenim başlamış oldu.  Nuri Pınar Yıldırım Hoca'dan da ebru dersleri aldım. Sonradan öğrendim ki hocam dâhil birçok ebrucu sanata bu kitap sayesinde başlamış. Böylelikle birçok alana vakıf olmuş oldum.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Dört farklı ana bölüm saydınız. Bunların içerisinde daha çok uğraştım dediğiniz bir bölüm var mı?

Suna Ongan: Dönem dönem değişiyor. Yani bir dönem geliyor, tezhip ağırlık kazanıyor tezhip çalışıyorum, bir dönem minyatüre ağırlık veriyorum, bir dönem ebru oluyor. Benim herhalde ruh halime bağlı olarak dönemsel olarak değişiyor.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Peki ben diyorum ki edebiyatla uğraştığım için edebiyatın iyileştirici gücü vardır. Bir doktor olarak da buna inanıyorum. Sizce sanatında iyileştirici gücü var mıdır?

Suna Ongan: Kesinlikle inanıyorum. Zaten sanatın iyileştirici gücü çok eskilerden, antik çağlardan beri kullanılagelmiş. Manisa Hafsa Sultan Şifahanesi var biliyorsunuz. Şimdi Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılıyor. Eskiden hastane ve o zamanki ismiyle Bimarhane diye isimlendiriliyormuş. Orada ruh hastalarının müzik ve değişik sanat dalları ile tedavi edildiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Müzenin kuruluşu aşamasında benden tıp tarihi konulu birtakım minyatürler istediler. O dönemde de araştırma fırsatı buldum, sanatın tedavideki yeri oldukça geniş bir alan. Musikinin sağlık üzerine etkisi, renklerin sağlık üzerine etkisi gibi, pek çok alandan bahsediliyor.

Ama beni en çok etkilen şey, turkuaz rengiydi. Turkuaz rengi, Türk mavisi olarak biliniyor. Özellikle geleneksel sanatlarımızda çok kullanılır. Bu renk insan vücudundaki bütün sistemlere iyi gelen, özellikle sinir sistemi, sindirim sistemi hastalıklarında oldukça fayda sağladığı görülmüş.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Biraz önce size ilham veren, destek aldığınız hocaları söylediniz. Sizi en çok etkileyen hocalarınız veya sanatçılar kimlerdir bu mânâda?

Suna Ongan: Tezhip alanında tabii kendi hocalarımızın dışında Şahkulu’nu çok seviyorum. Dönemsel olarak baktığımızda 16. yüzyılda Şiraz usulü beni çok etkiler. Daha yakın tarihe geldiğimizde Muhsin Demironat’ın eserlerini çok beğenirim. Minyatür alanına baktığımızda Levni’yi söyleyebilirim. Herkes tanır Levni’yi; onun sadeliği, o sadelikteki anlatım gücünü çok severim. Çini alanında mavi beyaz renklerin hâkim olduğu İznik çinilerini çok beğenirim. Döneminde sarayda da çok kullanılmıştır zaten bu İznik çinileri. Ayrıca Osmanlı’da, çinicilikte kullanılan silisyum negatif enerjiyi yok ettiği için de özellikle tercih edilmiş süslemelerde. Ebru sanatına gelince, ebru sanatında Mustafa Düzgünman’ı saymadan geçemem. Özellikle matbaanın bulunması ile birlikte ebru sanatı yok denecek kadar azalmıştı. Ebru sanatı Mustafa Düzgünman Hoca sayesinde bugünlere aktarıldı. Şimdi de onun öğrencileri bu sanatı devam ettiriyorlar. Hali hazırda yaşayan sanatçılardan Düzgünman Hoca’nın öğrencisi Alparslan Babaoğlu var onu çok beğenirim.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Uğraştığınız sanatların hepsi büyük bir emek istiyor. Bu süreçte muhakkak zorlandığınız veya keyif aldığınız şeyler olmuştur. Zorlandığınız zamanlar olmuştur, nasıl geçti bu yolculuk?

Suna Ongan: Bugüne kadar beni en çok zorlayan şey malzemeye ve kitaba erişimdi. Bizim ilk başladığımız dönemlerde hem malzeme hem kitap kıtlığı vardı. Şimdi ise her bir aşama için çeşitli malzemeler üretildi. Türkiye'nin veya dünyanın neresinde ne var ne yok, şimdi kısa sürede sorgulayarak bulabilirsiniz. Şu an böyle bir sıkıntımız yok, her şeye rahatlıkla erişebiliyoruz. Sanatımızı keyif alarak icra ediyoruz.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Sanatın belli ilkeleri var mıdır?

Suna Ongan: Tabii, bu sanatları belli ilkeler doğrultusunda icra ediyoruz. Klasik sanatlarımız da birtakım kurallar vardır. Kullanılan renkler, kompozisyon kuralları, kullanılan malzemeler gibi. Bu geleneğin dışına çıkmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Şimdi yeni yeni, modern minyatür yapıyorum, modern tezhip yapıyorum diye tanımlamalar çıktı. Ben bunlara karşıyım. Evet, geleneği bozmadan sanatçılar istedikleri kadar modern tasarımlar yapabilirler. Ama sanatı bozmamak kaydıyla.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Nasıl bozuyorlar, bunu biraz açar mısınız?

Suna Ongan: Örneğin ebru sanatında yağlı boya kullanıyorlar. Alparslan Babaoğlu’nu bununla ilgili çok güzel bir tanımlaması var. “Ebruyu yağlı boya ile yapmak, tasavvuf müziğini bateri ve basgitarla yapmak gibi bir şeydir.” diyor. Gerçekten de öyle. Tezhip sanatına geldiğimizde, tezhip sanatında zemin boyası olarak sarı renk kullanılmaz. Ya da Hatayî dalından Rumî çıkmaz. Bunun gibi birçok kurallarımız vardır ve bunların aşılmaması gerekir bence.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Manisa da bu sanatla ilgilenen gençler, yeni sanatçılarımız yetişiyor mu? Ustalık geleneği nasıl devam ediyor?

Suna Ongan: Yeni sanatçılarımız geliyor. Gençler arasında olduğu kadar orta yaş ve yaşlı grubu sayılacak kişilerde de sanat dallarımıza oldukça fazla ilgi var. Hatta bizim öğrencilerimizden birçoğu bu sanatı akademik olarak da yapmak istediler ve güzel sanatlar fakültelerine girdiler. Orada okuyan, mezun olanlar da var. Ama yine de böyle bir atölye, bir usta çırak ilişkisine ihtiyaç var.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Bu sanatın gelişmesinde işte halk eğitimler düzenlediği kurslar, belediyelerin düzenlediği kurslar, üniversiteler, okullar, güzel sanatlar liseleri gibi bölümlerde, kendisini o dala adayan kişilerin gelişmesi için Manisa'da yeterli miktarda, öğretici, ve yeterli usta bulma imkânı vardır diyebiliriz o zaman.

Suna Ongan: Yani kısmen diyebiliriz. Manisa’da şöyle bir dezavantaj var. Kendini yeteri kadar geliştirmemiş kişiler de öğretici olabiliyorlar. O bir yanlış, yani o yanlıştan dönülmesi gerekiyor. O kişilerin kendilerini gerçekten yetiştirip daha sonra ustalık yapmaları sanat açısından önemli. Usta olmakla, belge almak aynı manaya gelmiyor.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Sizce bu sanatları yapmak isteyenler için başta tabii ki sabır olmak üzere nasıl bir ruh hâli gerekiyor, bu sanatları başarıyla yapabilmek için?

Suna Ongan: Her şeyden önce istemek gerekiyor. Aşk derecesinde sevmek ve sabır gerekir. Ben, bana gelen öğrencilere hep şunu sorarım: Tezhip sanatı hakkında ne biliyorsun ve niye istiyorsun? Bu konuda hiçbir fikri yoksa zaten almıyorum, gelmeyin diyorum. Zaman ayırması gerekiyor. Sebat etmesi gerekiyor. Disiplinli ve azimle çalışması gerekiyor. O sanat dalında belirlenen kurallara, o sanat dalının geçmişten gelen ustalarına saygı duyarak sanatını devam ettirmesi gerekiyor.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Günümüzde geleneksel sanatların modern sanatla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeni teknolojik gelişmelerden, yeni malzemelerden yararlanıyor musunuz?

Suna Ongan: Tabii ki geleneğe bağlı kalarak teknolojiden de yararlanıyoruz. Tezhip sanatında kompozisyon oluşturulurken ilk önce belli bir kesit çizilir, ondan sonra o katlanarak çoğaltılır. Bunu artık bilgisayarda yapabilmek mümkün. Ya da kâğıt renklendirme konusunda da airbrush gibi teknolojik aletlerden faydalanılıyor. Buna benzer yenilikler girdi bizim sanatımıza da.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Sanatınızda belirli bir üslubunuz veya imzanız var mı? Kendinizi hangi akıma veya geleneğe daha yakın hissediyorsunuz?

Suna Ongan: Aslında geldiğim noktada ben hâlâ arayış içindeyim. Başta da bahsettim Şahkulu’nun tarzını, Şiraz usulünü seviyorum. Ama hala kendi üslubumu oturtmaya çalışıyorum. Sanat bir arayıştır zaten.

Dr. Muzaffer Yurttaş:  Eserlerinizde daha çok hangi temaları işlemeye çalışıyorsunuz? Mutlaka sizi etkileyen motifler, renkler vardır, daha çok hangi renkler ya da motifler?

Suna Ongan: Tema olarak daha çok ilahi aşk ve denge temalarını kullanıyorum. Doğadaki muhteşem uyum, denge ve süreklilik benim ilham kaynaklarımdandır. Ama güncel Manisa'yı anlatan Hatuniye Camii, Sultan Camii, Mesir Şenlikleri gibi konuları da işlemeye gayret ediyorum. Manisa’yı tanıtma amaçlı tasarımlarım da oluyor. Renk olarak, tabii her sanatın rengi farklı. Ama indigo mavisini ve turkuazı çok severim.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Tüm sanatların topluma bir katkısı olduğunu inanıyorum. Özellikle sizin uğraştığınız ve diğer geleneksel sanatların bugün topluma ne gibi katkıları olabilir? Biraz önce şifasından bahsettik ama toplumda şu anda dijital bağımlılık had safhada. İnsanlar akşam televizyonlarda uyuşturulur gibi televizyon seyretme hâli, bilgisayar, tabletin karşısına gelişip uyuyan bir toplum haline gelmek üzereyiz. Geçen yıl Türk Dil Kurumunun yaptığı bir ankette yılın kelimesi olarak “kalabalık yalnızlık” yani kalabalıkta yalnızlık seçilmiş. Yani öyle bir şey ki metropollerde artık insanlar kalabalık içerisinde büyük bir yalnızlık içerisindeler. Bu mânâda topluma sanatın ne tür katkısı olabilir?

Suna Ongan: Bizim klasik sanatlarımızın topluma en büyük katkısı bence insanın kendi iç dünyasına dönüp arınmasını sağlamak oluyor. Çünkü bu sanatları icra ederken insan, hani nasıl siz doktorlar hastalara bir mekân değişikliği önerirsiniz, tebdili mekânda ferahlık vardır diye bir öneri vardır ya, işte bu sanatlarla uğraşmak da ruhi olarak bir göç gibidir. Başka bir mekâna göç edersiniz. O yüzden ruha çok iyi gelir. İnsan kendini bütün dış etkenlere kapatır ve sadece olduğu yere, o ana, uğraştığı sanata odaklanır. Dolayısıyla böyle bir ortamda içsel bir yolculuk başlar. Gittikçe o karmaşadan, kargaşadan uzaklaşıp beynini, ruhunu arındırır insan. Sanat bence lüks değil, insan ruhu için zaruridir. Şu an günümüzde çağdaş sanat denen bir olgu var. Ben insanın ve değerlerin bu kadar aşağı çekilmesini hoş karşılamıyorum. Çünkü hem insanî değerleri hem estetiği ortadan kaldıran bir anlayış bu bence. Modernizmle birlikte ilk önce sanattan ilahi olanı çekip çıkardılar. İlla içinde dinin barındığı eserler yapmak zorunda değiliz dediler. Ondan sonra illa güzel olana ulaşmak güzeli resmetmek zorunda değiliz diye güzelliği ve estetiği çekip aldılar. Kısacası sanatın içini boşalttılar ve formunu değiştirdiler. Mesela yere kova kova boya döküp üzerinde tepinmeyi sanat olarak lanse ediyorlar. Ya da en ünlüsü duvara muzu yapıştırıyorlar, bunun adına sanat diyorlar.

Sanatlarımızın tabii ki topluma katkısı var. Mesela gün geçtikçe gençler arasında bağımlılığın arttığını görüyoruz. Bu çocuklarımız bir boşlukta, bir doyumsuzluktalar ve bir arayış içindeler. Onların ruhunu doyuracak şeylere ihtiyaçları var.  Geleneksel sanatlarımızın her birinin bu çocukların ruhlarına iyi geleceğine ve şifa olacağına inanıyorum ben.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Geleneksel Türk sanatlarının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Gençlerin ilgisi var mı, sizin gözleminiz, öğrencileriniz üzerinde nasıl?

Suna Ongan: Eskiden geleneksel sanatlar unutulmaya yüz tutmuş sanatlar olarak geçiyordu. Ama şu anda gerçekten bu sanatlar oldukça yaygınlaştı. Her yerde yaygın bir şekilde yapılmaya başlandı. Ama şu an günümüzde karşılaştığımız olumsuzluk, o sanatların ortadan kalkması değil, dejenere olması. Çünkü yetkin insanlar hoca olarak çalışmayabiliyor artık günümüzde. Ve ortaya kurallara hiç uymayan eserler çıkabiliyor. Ya da sanatçılar, o tasarımı yapan sanatçıdan izin almadan röprodüksiyon yapıp benim eserim diyebiliyorlar. Yani hem edep hem de o sanatın doğru bir şekilde icra edilmesi açısından bir dejenerasyon söz konusu olabiliyor.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Bu sanatlarla uğraşmak isteyen gençlere öneriniz nedir? Hangi yolu izlesinler ya da yeni başlayanlar neler yapmalılar?

Suna Ongan: Bizim sanatlarımız maalesef biraz pahalı sanatlar. Şöyle anlatayım, belli bir yeterliliğe geldikten sonra eserlerimizde gerçek altın kullanıyoruz. Malzemelerimiz çok pahalı gerçekten. Yani başlamaya karar vermeden önce kendilerine bir bütçe hazırlamaları gerekiyor. Bu artık günümüzde maalesef çok önemli. O yüzden ilk başta bunu söylemeyeyim. Ya bir sponsor bulacak ya bütçe ayıracaklar. İyice bakıp araştırıp inceleyip karar kılmaları gerekiyor. Ondan sonra bir üstat bulacaklar. Azimle, sabırla, sebatla ve biraz önce dediğiniz gibi sanatın gerekliklerini yerine getiren prensipleri kendi ruhlarında, kendi yaşantılarında da oluşturacaklar. Yani gece saat 3 -4 'e kadar televizyon ya da tablette vakit geçirip ben bu sanatı yapacağım demek biraz zor gözüküyor.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler var mı? Usta-çırak ilişkisi hâlâ devam ediyor mu?

Suna Ongan: Evet var. Kendileriyle halen projeler de gerçekleştiriyoruz. Şimdi yeni bir proje hazırlığı içerisindeyiz. Konumuz, temamız belli. Onlarla birlikte yolumuza devam ediyoruz. Usta çırak ilişkisi hâlâ en önemli konuların başında geliyor. Her ne kadar kurs ve akademik eğitim olsa da bir ustanın eğitiminden geçmek çok önemli.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Bir sanatçının hem geleneksel tekniklere hâkim olup hem de yenilikçi olabilmesi mümkün mü?

Suna Ongan: Evet mümkündür. Yenilikçilik, genellikle tasarım konusunda kendini gösteriyor bizim sanatlarımızda. Eski klasik formların dışına çıkılıyor artık. Ancak sanatın geleneksel kurallarından asla uzaklaşmamak gerekir diye düşünüyorum. Bunun yanında yeni motifler ve yeni boyama teknikleri kullanılabiliyor. Birçok sanat dalı aynı eserde kullanılabiliyor. Ya da farklı yüzeylere sanatın farklı dalları uygulanabiliyor artık. Bunlar hep yenilikçi hareketlerdir. Ancak yenilikçilik adına sanattaki asıl olan estetik kaygısı asla bir kenara bırakılamaz.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Yaklaşık bir eserin ortaya çıkması ne kadar süre alıyor?

Suna Ongan: Bu eserin büyüklüğüne göre değişiyor. En hızlı ortaya çıkan ebru sanatı. Ama onun da mutfak kısmı çok meşakkatli. Yani o boyanın terbiyesi zaman alıyor. Toprak boya alındıktan sonra direkt kullanılmaz. Ortamın nemi, sıcaklığı, her şey çok etkilidir. Kapıyı açtığınız an bile kitrenin ayarı bozulabiliyor. Sırasıyla çini, minyatür ve tezhip sanatı yapım aşamasında daha çok zaman alıyor. Tabi buna tasarım aşaması dâhil. Yavaş ve titiz çalışmamız gerekiyor. Şöyle anlatayım çoğu zaman nefesimizi tutuyoruz eseri yaparken.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Bugüne kadar katıldığınız sergiler, projeler ve etkinlikler içinde sizin için en özel olanı hangisiydi? Değişik mekânlarda, kurumlarda yaptığınız eserleri görünce ne hissediyorsunuz? Var mı değişik yerlerde bu tür eserleriniz?

Suna Ongan: Tabii pek çok çalışmam var. Onları görünce kalıcı eserler verebildiğim için çok mutlu oluyorum. Manisa Tıp Tarihi Müzesi’nde 70 adet minyatür çalışmam var. Orada bir hikâyem var benim. Tıp tarihini araştırırken tabi hep yazma eserler karşıma çıktı. Yardım alabileceğim çok da insan yoktu. Herkes bizim hocayı işaret ediyordu. O da çok meşgul olduğu için çok fazla destek olamadı. Bir gün bir kitaplığı ziyaret ettim. Bir sanat atölyesinin kitaplığıydı. Birisi de yeni bir kitaplık bağışlamış oraya. İçeriye girdim her yer yığın yığın kitapla doluydu. Onları incelemek mümkün değildi. O karmaşanın arasında gittim elimi şöyle bir kitabın üzerine koydum. Elimin altındaki kitaba bir baktım ki Osmanlı döneminde tıp alanında önemli eserler vermiş olan Sabuncuoğlu Şerefeddin’in bir eseri. İçinde de minyatürler var. Tedavi şekilleri, teknikler de yazıyor. Ben bu kitabı alabilir miyim diye sordum. Projeden falan bahsettim. Senin olsun dediler bana. Bu kitabı aldım ve o kitaptan çok faydalandım.

Daha da enteresanını anlatayım. Bu proje bittikten sonra İstanbul 'a bir gezi yaptık. Eşimle birlikte dolaşırken yolumuzu kaybettik. Şöyle bir ara sokaktan, merdivenlerle yukarı çıktık. Bir baktık sağ tarafta Milli Kütüphane yazıyor. Şimdi rastlamışken buraya da bakalım dedik. İçeriye girdik. Orada Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun bendeki kitabının orijinali ile karşılaştık. Bu benim için çok heyecan verici bir karşılaşma oldu. Kişi aradığını bulur derler ya işte tam da bu gerçekleşti. Siz neye niyet ederseniz ona ulaşıyorsunuz.

Bunun dışında, İzmir'de Atatürk’ün ilk iktisat kongresini gerçekleştirdiği, İzmir İktisat Kongresi Binası var. Orada da 22 metrelik bir çini pano tasarımım bulunuyor.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Bizi dinleyenlere, bu söyleşiyi okuyanlara başka bir mesajınız var mı?

Suna Ongan: Benim tek tavsiye edebileceğim şey şu: Sanatı bir lüks olarak değil ruhun bir gereği olarak görsünler ve hayatlarının bir kesimini sanata ayırsınlar. Bu illa geleneksel sanatlar olmayabilir. Müzik olur, resim olur. Yani her türlü sanatı hayatlarına katsınlar ki o güzeli algılama, içine dönebilme güzelliğini ve şansını yakalasınlar.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Manisa Tıp Tarihi Müzesinden bahsettiniz. Bu müze ülkemizdeki sahasında sayılı müzelerden biri. Manisa Yazma Eserler Müzesi, İstanbul ve Konya Yazma Eserler Müzesinden sonra üçüncü en büyük yazma eserler müzesi. Manisa’mızda yaşayan pek çok insan bunların yerlerini ve içeriğini bilmiyorlar. Ellerinin altındaki bu müzeleri görmemişler. Buradan Manisalı hemşehrilerimize çağrıda bulunuyorum. Önce siz aileniz ve çocuklarınızla birlikte bu müzeleri gidin görün. Orada yardımcı olacak idarecilerimiz ve müdürlerimiz var. Manisa’ya ziyarete gelen misafirlerinize ve dostlarınıza bu müzeleri gezdirin, tanıtıma katkıda bulunun.

Suna Ongan: Evet çok doğru. Sanata ve ustaların eserlerine gerekli değeri vermek gerekiyor. Yapılan çalışmaları takdir etmek gerekiyor. Marifet iltifata tabidir demiş atalarımız. Kültür ve sanatın toplumda yaygınlaşması için bunlar gerekli.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Verdiğiniz bilgiler için derneğimiz ve okurlarımız adına çok teşekkür ediyoruz. Daha nice güzel eserler vermenizi diliyoruz.

Suna Ongan: Bana böyle bir fırsatı verdiğiniz için ben de teşekkür ediyorum.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner42

Haber Sabah
Manset24 Haberleri
Haber Entel