Hazreti Adem ile Hazreti Havva’nın yeryüzüne indiğinde kim bilir yeryüzü ne kadar temizdi? Manisa’da yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımız, suyu kirletici nedenleri ve çözüm yollarını, suyun israfını ve çözüm önerilerini incelediğimiz ve gönüllü arkadaşlarımızdan, akademisyenlerden oluşan Manisa Su Platformu diye bir grubumuz var. Belirli aralıklarla toplanarak uzmanları, görevlileri ve ilgili paydaşları dinliyoruz. Orada sunum yapan bir misafirimiz Gediz Nehri hakkında; “İç Batı Anadolu'daki Murat, Eğrigöz ve Şaphane dağlarından inen suların birleşmesiyle oluşan Gediz Nehri doğduğu yerde şelalerin birleşmesi ile büyümeye başlıyor ve bu sular tertemiz sular, içilebilir. Ama denize döküldüğü yerde nehir değil zehir olarak akıyor” demişti.

Dünya giderek kirleniyor diyoruz. Dünya aslında kirlenmiyor, biz kirletiyoruz. Dünyada kendi kendine doğal bir dönüşüm var ama biz o dönüşüme engel olduğumuz için çöp diye bir şey üretmişiz. Sonra da o çöpü nasıl yok ederiz diye çözüm aramaya başlamışız.

Canlı yaşamda aslında atık yoktur. Ne tür bir canlı (insan, hayvan, bitki, bakteri) olursa olsun, her birinin atığı bir başka canlının gereksinimidir. Bu gereksinim, doğanın dengesini kurar. Bir başka deyişle doğadaki her canlı bir başka canlıya muhtaçtır. Bu çarkı bir yerinden kırdığınızda çöp ve arık sorunu ile karşı karşıya kalırsınız.

Geçmişte çöp deyip çöp tenekesine attığımız çok sayıda atık, çöp olmaktan çıkmış bir ihtiyaç haline gelmiştir. Kaldı ki, ne patatesin kabukları, ne enginarın yaprakları, ne kerevizin sapları veya yaprakları ne de şu sıralar milyarlarcası tekrar toprağa düşen çeşit çeşit yaprak bir çöp değildir. Eğer, onlardan faydalanamıyorsak, hakkında bilgi sahibi olmadığımızdandır. Yani, araştırılmamış olmasıdır. Doğa, insanoğlu için sınırsız bir araştırma kaynağıdır. Devletimizin destek verdiği geri dönüşüm ve “Sıfır Atık Projesi”ni çok önemli buluyorum. Herkesin bu konuya kafa yorması gerektiğini düşünüyorum. Salgın dönemimden çevreyi o kadar kirlettik ki “müsilaj” diye bir deniz sorunu ile karşı karşıya kaldık. Yarın başka sorunların çıkması an meselesidir. Kapıda bekleyen daha ne sorunlar var kim bilir?

Bir arkadaşım pazar yerlerinden geriye kalan sebze artıklarını toplayıp solucan gübresi üretimi için solucanlara yem olarak verildiğini söylemişti. Şimdi pek çok evsel atık geri dönüşüm tesislerinde işlenip yeniden üretime ve ekonomiye dahil ediliyor. Enerji üretimi, gübre üretimi gerçekleştiriliyor.

İlkokul üçüncü sınıfa kadar bir köyde yaşadım. Köyümüze ne çöp arabası gelirdi, ne de çöpçü gelirdi. Ben çöp arabasını ve çöpçüleri şehre gelince gördüm.

Köyde yemek artıklarımız, kemikler, köpeğimiz Akkuş için muhteşem bir öğündü. Meyve ve sebzelerden arta kalanlar koyun ve kuzulara yem olurdu. Sebze sapları ve diğer atıklar tavukların hakkıydı. Hayvan gübreleri bahçeye diktiğimiz sebze ve meyveler için önemli bir gübreydi. Kısacası hiç bir şey boşa gitmezdi. Her şey bir şekilde işe yarardı. Kanalizasyon yoktu, foseptik kuyularına akıtılan lavabo ve tuvalet atıkları toprakta yok olur giderdi. Dereler tertemizdi. Susayınca herkes derelerden su içer, elini yıkayabilirdi. Çamaşırlar mis gibi zeytinyağlı sabunla temizlenirdi. Su değerliydi ve asla israf edilmez, kirletilmezdi. Yani köyde israf yoktu.

Köyler çöpünü geri dönüştürürdü. Genelde köyde yaşayanlar doğaya ve çevreye saygılıydı. Çevre kirliliği ve hava kirliliği daha azdı. Köyde gökyüzünü seyretmek daha zevkliydi. Çünkü orada şehirlerdeki gibi görüntüyü engelleyen şehir ışıkları olmadığı için yıldızları çıplak gözle görebilirdik. Genellikle soluduğunuz hava daha temizdi. Yağmurdan sonra toprak mis gibi kokardı. Dereler yaz ortasına kadar şırıl şırıl akardı.

Maalesef çok önemli bir gerçek ‘köyden kente göçü’ önleyemedik. Köylerde yaşayanlar azaldı. Gençler şehire kapağı attı. Oralarda üç beş yaşlı kaldı. Tarlalar boş ve yıllardır nadasa durdu. Araziler ekilip biçilmiyor. Tarıma uygun alanlar değerlendirilemiyor. Tarlada takkada çalıştıracak kimse kalmadı.

Tarım müdürlüklerimiz köylerdeki bu önemli sorunu çözecek projeler ortaya koymalı. Tarım için elverişli alanlar değerlendirilmeli. Tarla dönümüne değil üretime destek verilmeli.

Geçen yıl köyüme gittiğimde gördüm, doğru dürüst yenecek armut kalmamış. Ya armutlar kurumuş ya da yeni aşılama yok. Her tarafta ahlatlar aşılanmayı bekliyor. Aşılayan kimse kalmamış veya aşıyı bilen yok. ‘Armut piş ağzıma düş’ diye bekliyor herkes. Köylerdeki tapulu alanlar içindeki ve orman vasfında olmayan yerlerde bulunan ahlatları aşılama projesi yapılarak armut aşılanmalı. (Köyüm dedim ama Büyükşehir yasası ile köylerin adı hep mahalle oldu. Adı değişince tadı da değişti/kalmadı.

Evet köylerimiz önemli ve güzeldi diyorum. Ancak şimdi köylerimizdeki insanlar şehirden farksız yaşıyorlar. Köyü köy tadında yaşayan kalmadı. Köy fırınında ekmek yapan yok. Köydeki insanlar ekmeği, yoğurdu, suyu bile marketten alıyor. Bir kümes yapıp üç beş tavuk besleyip köy yumurtası yiyen bir elin parmaklarının sayısını geçmiyor. Bir kaç hayvan bakıp sütünü yoğurdunu kendi mayalayan kalmamış. Bahçesinde kendi sebzesini üreten, yazın sebze ve meyvesini kurutup kışın yiyenler tarih olmuş. Soba kurup ısınan, kuzinede güveçte o güzel yemekleri pişiren yok. Köylerde akşamları birbirine gidip evlerinde sohbet edenler tükenmiş. Ne köy düğünü, ne sokaklarda köy oyunu oynayan çocuklar hatıralarda bile kalmamış. Herkes ya televizyonun ya da telefonun esiri olmuş. O muhteşem eski taş evlerden bir köyde 3-5 ev ya kalmış ya da kalmamış. Köy salçası yapan, evde turşu kuran kaç kişi kaldı? Ramazan’a hazırlık için ev makarnası, yufka açanların sayısını merak ediyorum. Ununu öğütüp ekmek yapan kaç hane var?

Köylerde kuzu melemesi, at kişnemesi, horoz ötüşü, köpek havlaması neredeyse yok olmak üzere. Merada otlayan koyunların çan sesleri duyulmaz olmuş. Gerçi meraların da yerlerinde yeller esiyor.

Köy kahvesindeki, köy odalarında sohbetler tarihin tozlu sayfaları arasında bir nostalji olmak üzere.

Yaşanmış bir hikaye. Bir gün bir köye ilçenin kaymakamı ve ilçe tarım müdürünün bulunduğu bir heyet gelmiş. Köylüleri (köyde yaşayan üç beş yaşlı insanı) toplayıp köy için yeni projeler yapacaklarını, köyün ekonomisini hareketlendireceklerini dile getirmişler. Uzun uzun projelerden bahsetmişler. En sonunda ihtiyat bir amca söz istemiş. “Kaymakam bey! Söyledikleriniz çok güzel ama bu projede çalışacak gençler nerede? Kimse kalmadı köylerde. Şu köyün yanındaki mezarlığa giden yoku düzeltin, mezarlığımıza bakın. Gerisi bizim için zor ve anlamsız işler” demiş. Maalesef acı gerçek bu. Proje yapmak kadar onu hayata geçirecek insanlar gerekli.

Velhasıl kelam yapılacak iş çok. Masa başında oturmakla olmuyor. Projeler masa başında değil işin başında düşünülüp planlanmalı. Köylü vatandaşlar dinlenmeli. Köye dönüş teşvik edilmeli. Köydeki atıl tarım alanları, köy okulları yeniden canlandırılmalı. Doğal, sakin yaşam alanı olabilecek köyler oluşturulmalı. Köyü ve tarımı unutursak yarını da unuturuz. Vesselam.

Dr. Muzaffer Yurttaş

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner42

Haber Sabah
Manset24 Haberleri
Haber Entel