Geleneksel hat sanatının günümüzdeki yeri, dijitalleşme ve gençlerin ilgisi

KULTUR-SANAT

Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Manisa Şubesi, kültür ve sanat ustalarını topluma tanıtmak amacıyla “Ustaya Hürmet, Esere Merhamet” projesi kapsamında değerli çalışmalarına devam ediyor.

Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Manisa Şubesi, kültür ve sanat ustalarını topluma tanıtmak amacıyla “Ustaya Hürmet, Esere Merhamet” projesi kapsamında değerli çalışmalarına devam ediyor.

Proje kapsamında, sanatın farklı dallarında eser veren ustalarla buluşarak hem onların sanat yolculuğunu tanıtmayı hem de genç nesillere ilham olabilecek sohbetler gerçekleştiren Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Manisa Şubesi Dr Muzaffer Yurttaş’ın konuğu Manisa’nın önemli sanatkârlarından Hattat Arkın Ongan oldu.

Hatuniye Camii karşısındaki atölyesinde gerçekleşen buluşmada, Ongan ve eşi Suna Ongan misafirleri sıcak bir şekilde ağırladı. Söyleşide, hat sanatının incelikleri ve sanatın toplum üzerindeki etkileri konuşuldu. Dernek, bu tür etkinliklerle sanatın ve sanatçının hak ettiği değeri görmesini sağlamayı amaçlıyor.

Hat sanatının usta ismi Arkın Ongan, Dr. Muzaffer Yurttaş’ın yönelttiği sorular doğrultusunda, Cumhuriyet dönemi ve hat sanatının zorlu yolculuğu, dijitalleşmenin kolay erişim ve artan ilgi üzerindeki etkisi, genç neslin hat sanatına yönelimi, bu sanatın gerektirdiği sabır ve azim, devlet desteğinin önemi, en anlamlı eserlerinden biri olan "La Hayy illa Huu", yeni başlayanlara tavsiyeler ve hat sanatının geleceğinin gençlerin ellerinde şekilleneceği konularında değerlendirmelerde bulundu.

Her tarafı sanat kokan söyleşiyi sizler için derledik.

HATTAT ARKIN ONGAN İLE SÖYLEŞİ

Dr. Muzaffer Yurttaş: Bizi kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ediyoruz. Biz sizi yakından tanıyor ve takip ediyoruz. Ama bizi okuyanlar ve izleyenler için kısaca kendinizden ve hayatınızdan bahseder misiniz?

Hattat Arkın Ongan: Öncelikle bana böyle bir imkânı verdiğiniz için size ve derneğinize teşekkür ederim. 1978 yılında Hollanda'da doğdum. İlkokul üçüncü sınıftan bu yana da Manisa'da yaşamaktayım. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitimi Manisa'da tamamladım. İktisadi idari bilimler fakültesi iktisat bölümü mezunuyum. Bir müddet mali müşavirlik yaptım. Muhasebe sektöründe bulunduğum dönemde hat sanatıyla tanıştım. Uzun ve sabır dolu bir eğitim sonrasında da yönümüzü komple hat sanatına çevirdim. Daha sonra Yüksek lisans eğitimimi kalem işi dalında Necmettin Erbakan Üniversitesinde Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’nde tamamladım. Şimdi Celal Bayar Üniversitesinde Turgutlu Meslek Yüksekokulu El Sanatları Bölümü’nde ders veriyorum. Geleneksel sanatlarımızdan hat sanatı ve kalem işi derslerine giriyorum.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Evet, çok güzel. Çok teşekkür ediyoruz. Şimdi değerli hocam, hat sanatına olan ilginiz nasıl başladı? Biraz önce bahsettiniz, mali müşavirlik yaparken başladı dediniz. İlginiz nasıl başladı? Sizi bu sanata sizi yönlendiren şey neydi?

Hattat Arkın Ongan: Benim abim de muhasebecidir. Başlangıçta ben onun işlerinde yardımcı olmak için girdim yanına. Abimin kesik uçlu bir dolma kalemi vardı. Çok güzel yazı yazardı. İlk merakım oradan başladı. Ama baktık ki, yazı sadece kesik uçla yazılan kaligrafiden ibaret değil. Yazının kalınlaştığı inceleştiği kısımlarının ahengi beni çok etkiler. Hat levhalarında da bu incelikleri görerek etkilenmeye başladığımı hissettim. 2004 yılında Osman Kılıç hocamla çok kısa bir süre meşk ettikten sonra 2006 yılında bir vesileyle hocam Hattat Yusuf Sezer’in Manisa'da bir sergi açması benim için dönüm noktası oldu. Serginin bulunduğu yeri arkadaşım telefonla haber verdi. Hattat Yusuf Sezer’in bir sergisi olacağını söyledi. Ben derhal koşa koşa sergiye gittim. Neredeyse kapatıyorlardı sergiyi. Bir on dakikası belki vardı. İçeriye girdim, o an saati falan unutmuşum. Kalemin hareketlerine öyle bir kaptırmışım ki kendimi, hocamın arkamdan gelip de ”İşte bir eser böyle incelenmeli”

demesiyle bir anda sıçradım. Çünkü o kadar dalmışım. İşte orada bizim serüvenimiz başladı. Kesik uçlu bir dolma kalemden hat sanatına geçişimiz böylece başlamış oldu.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Hat sanatı nedir? Hattat kime denir? Bu sanatı nasıl tanımlayabiliriz? Hat sanatının çeşitleri nelerdir? Kaligrafi ile hat sanatı arasında nasıl bir ilişki var?

Hattat Arkın Ongan: Hat kelimesi, yazmak, çizmek; kazmak; alâmet koymak” anlamlarındaki Arapça “ḫaṭṭ” mastarından türeyen ve “yazı, çizgi; çığır, yol” gibi manalara gelen bir kelimedir. Hat sanatı ise Arap yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şekilde yazma sanatı anlamında kullanılmıştır. Kaynaklarda genellikle “cismanî aletlerle meydana getirilen ruhanî bir hendesedir” şeklinde tarif edilen hat sanatı, bu tarife uygun bir estetik anlayış çerçevesinde yüzyıllar boyunca gelişerek süregelmiştir.

Osmanlıdan günümüze kadar gelen ve usta çırak ilişkisiyle gelişen hat sanatı, Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı yazma sanatıdır. Bu sanat, yazı ve çizgilerle icra edilmektedir. Hat sanatı Arap harflerinin gelişme gösterdiği dönemden sonra, 6 ve 10. yüzyıllar arasında ortaya çıkmıştır. Hat sanatıyla uğraşan kişiye verilen unvan ‘’hattat’’ ‘tır.

Hat sanatı malum Kur’an-ı Kerim’i yazma çerçevesinde oluşmuş ve gelişmiş bir sanat. Dolayısıyla hat sanatını maneviyatsız, diğer tabirle ruhsuz düşünmek mümkün değil. Hat sanatı, insanın iç dünyasında yaşamış olduğu güzelliklerin şekle aksetmiş halidir. Hat sanatı sözün veya ruhta cereyan eden fikir ve duyguların alfabe ve yazı vasıtalarıyla resmedilmesidir. Yapmaya çalıştığımız ve iştigal ettiğimiz sanatımıza sadece hat denmiyor; hüsnühat, yani yazının güzeli deniyor. Hattat da yazının güzelini yazan demek oluyor.

Güzel yazı her millette farklı isimlendirilse de mana olarak aynıdır. Kaligrafi kelimesi de “callos-güzel” ve “grafos-yazı” kelimelerinden oluşmakta olup Latin karakterli güzel yazıların temel adıdır. Kaligrafi sanatını icra eden sanatçıya, kaligraf denir. Bu sanat dalının çağdaş bir tanımı ise "işaretlere anlamlı, ahenkli ve hünerli bir şekilde biçim verilmesi sanatı" şeklindedir. Belirli bir yazı stili, yazı tipi, hat türü, el veya alfabe gibi tanımlanabilir. Hat sanatı, Arap harfleri ile icra edilen bir kaligrafi türüdür.

Başlıca hat sanatı yazı türleri: İslam coğrafyasında gelişen yüzlerce yazı içerisinden ilk defa Abbasi halifesi İbni Mukle zamanında altı çeşit yazı vaz edilerek buna aklam-ı sitte denilmiştir. Şeş kalem de denilen bu altı kalemin Ümmül Hutut yani yazıların anası diye ifade edilen kufi yazıdan doğduğu kabul edilmektedir. Bu yazı türleri Muhakkak-Reyhânî, Sülüs- Nesih, Tevkî- İcaze diye isimlendirilir.

Kufi: Hz. Ali'nin Kûfe'yi merkez olarak seçmesinin ardından Kufe'nin siyasi merkez olmasıyla gelişmiştir. Burada yazılarak dünyanın dört bir yanına giden Mushafların yazı türü, geldiği yere nispetle kûfî diye anılmıştır. Yazı köşeli, çetin denilebilecek bir üsluba sahiptir. Bu yazı biçimi İslam coğrafyasındaki en eski yazı biçimidir. Günümüzde ekseri sülüs ve nesih yazı yaygın olarak kullanılmakla birlikte aklam-ı sitte kalemleri ve aklam-ı sitte dışında bazı kalemler de kullanılmaktadır.

Sülüs: Sülüs, üçte bir demektir. Bu adın nereden geldiğine dair çeşitli rivayetler vardır. Ancak Sülüs ile yazılan bir harfin üçte iki nispetinde düzlük, üçte bir nispetinde de yuvarlaklığı haiz olması bu adın nereden kaynaklandığı hakkında bize bir fikir verebilir. Yumuşak ve tatlı bir görünüme sahiptir. Bu yazı biçimi bilhassa kitap unvanlarının, kıt'aların ve levhaların yazılmasında kullanılmıştır.

Nesih: İslam coğrafyasında genişçe kullanılmış bu yazı türü sülüs yazının küçük boyutlarda yazılmışıdır. Nesih, bir şeyi ortadan kaldırmak anlamına gelmektedir. Bu ismin nereden geldiği hakkında muhtelif rivayetler bulunmaktadır. Ancak Nesih'ten önce çok yaygın bir şekilde kullanılan Kufî yazısının kullanıldığı yerlerde onun yerini aldığı için bu ismi aldığı düşünmektedir. Nesih'in kıvrak ve latif tarzı sebebiyle Kur'an yazımında Kufî yazı terk edilmiş ve Nesih tercih edilir olmuştur.

Aklam-ı sitte dışındaki yazılara örnek verecek olursak talik, divanı, celi divani, mağribi, makılî gibi yazılar sayılabilir.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Biraz önce söylediniz Yusuf Sezer hocanızdan bahsettiniz. Hat sanatında sizi en çok etkileyen ustalar kimlerdir? Onlardan nasıl ilham aldınız? Mutlaka birkaç hocanız ya da ustalar vardır.

Hattat Arkın Ongan: Hat sanatını tarihini incelediğimizde, bizim evvelden beri Kur'an-ı Kerimlerimizi okuduğumuz meşhur Hafız Osman Hatlı Kur’anlarımızı yazan Hattat Kayışzâde Hafız Osman Efendi beni çok etkiler. Çünkü yaşamı boyunca 117 tane el yazması Kur'an-ı Kerim yazmış. Cenab-ı Allah da onun bu sanattaki faaliyetlerini bereketlendirmiştir. Bu beni mesela çok etkiler. Onun dışında tabii ki de yakın dönem hattatlarımızdan hocamın hocası Hamit Aytaç 'ın çabaları ve yazıyı Osmanlı'dan günümüze aktaran bir köprü oluşu çok etkiler. Büyük Hafız Osman Efendi, Hasan Rıza Efendi, Aziz Efendi, Mehmet Şevki Efendi, Ali Haydar Efendi, Bakkal Arif Efendi, Sami Efendi, Rakım Efendi, Şefik Bey, Tuğrakeş İsmail Hakkı Efendi, Nazif Efendi, Kamil Akdik, İsmail Zühdi Efendi ve daha niceleri. Hangi birine hayran olmamak mümkün. Her biri bir umman, bir deniz. Her biri ilham kaynağı. Hat sanatımızda bizim etkilenilecek o kadar çok hattatımız var ki, hangi birini saysak şimdi diğerlerine haksızlık olur. Ama tabi ekol sahibi hattatlar başlı başına gönlümüzde taht sahibidirler. Bizim bu hususta başlangıcımız Yusuf Hocamdan evvel. 2004 yılında oldu. Hocam Osman Kılınç Celal Bayar Üniversitesinde matematik derslerine giren bir öğretim görevlisiydi. Pazar günü akşam namazı ile yatsı namazı arası bir camide hat dersi verdiğini duydum. Ancak bir ay yahut bir buçuk ay kadar derslerine katılabildim. Daha sonra cami tadilatı vesilesiyle dersler yıllar sonra bizim bir vesilemizle tekrar açılıncaya kadara durmuş oldu. Tabi ağzımıza oradan bir parmak bal çalınmıştı. Hat aşkı içimizde yanmaktaydı. Daha sonra Yusuf Hocamın gelişiyle, o aşkla eserlerini incelemem esnasındaki dikkatli tavrımın onun tarafından beğenilmesiyle bizim İstanbul tavrı dediğimiz tavırda eğitimimiz başlamış oldu. Şu an Manisa Saruhan Bey Camii’ndeki levhaların hatlarını yazan Yusuf Sezer Hoca ile bu yola revan olduk. Kendisiyle 10 yıl nesih yazı meşk ettikten sonra 2015 yılı aralık ayında icazetimi yazdı ve 2016 yılının ilk günü yapılan bir merasim ile takdim ettiler. Bu meyanda 2010 yılında Muhammed Enes Huri Hocam ile sülüs, nesih, rika ve hattı icaze meşklerine başlamıştım. 2024 yılında kendisinden icazetimi aldım.

Yusuf Hocam Hattat Hamit Aytaç’ın son talebesidir. Hattat Muhammed Enes Huri Hocam ise Hattat Hasan Çelebi ile Hattat Davut Bektaş’ın talebesidir. Davut Bektaş Hocam Hasan Çelebi’nin, Hasan Çelebi ise Hamit Aytaç’ın talebesi olmakla her iki koldan Hattat Hamit Aytaç Hoca’ya silsile olarak bağlı bulunmaktayım.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Şimdi hat sanatı tabi artık hayatımızın bir parçası haline geldi. Hat sanatının sizin için anlamı nedir?

Hattat Arkın Ongan: Kur’an-ı Kerim’den ilham alarak “ Nûn, kalem ve yazdıklarına ant olsun.” âyetini şiâr edinen hattatlar, yazdıklarıyla manevî bir iklim oluşturuyor ve İslâm kültürünün gelecek nesillere ulaşmasını sağlıyor. Bunu büyük bir emek, sabır ve uzun bir sefer üzere yaşatıyorlar.

Hattın çıkış sebebi Allah’ın kelamını, kelamların en güzelini yazmak. Dolayısıyla ayetlerden başlayarak hadisler, kelam-ı kibarlar, güzel şiirler, beyitler, kıtalar vs. yazıyoruz. Hattat da ya kendisinden talep edilen yazıyı yazıyor ya da kendisi okurken görüyor “işte bu yazılır” diyor. Hoşuna gidiyor ve başlıyor onu çalışmaya. Türk-İslam sanatları aslında bir medeniyet mahsulü. Ve bu medeniyet zihniyetini, mantığını Kur’an’dan alıyor. Bu bir Kur’an medeniyeti. Dolayısıyla bu medeniyetin ana çizgisi Kur’an’dır.

Hat sanatı, hayatımızı tamamen kaplamış halde anlam olarak. Yani uykumuzda hat yazıyoruz. Efendimize söyleyeyim uyandığımızda gözümüz hatta gidiyor. Bir aşka dönüşmüş vaziyette. Tabii bazen de bazı yerlerde hatları görmeyelim diye gözlerimizi kapattığımız da oluyor. Çünkü ehil olmayan kişilerin iyi niyetlerle belki de yaptıkları şeyler de bu sefer ıstırap vermeye başlıyor. Çünkü hatta hep güzele bakmaya alıştıktan sonra, daha da güzellerine yöneliyor insan. Bu hususta yine geçmişteki o muazzam hattatları bir vesileyle anmış oluyoruz.

Dr. Muzaffer Yurttaş: İlerlerken hat sanatı konusunda yaşadığınız zorluklar oldu mu? Zorluklarla karşılaştınız mı? Yani, ben bu işi bırakayım dediğiniz oldu mu?

Hattat Arkın Ongan: Ben bu sanatı bırakayım tarzında bir zorlukla karşılaşmadım. Ama benim bu sanatta destek gördüğüm yahut engel olduğunu düşündüğüm kişiler aslında aynı mertebedeki kişiler diyebilirim. Şimdi sanatlarımıza, bizim geleneksel sanatlarımıza baktığınız zaman kullanılan malzeme ve harcanılan zaman vesilesiyle bunların maliyetlerinin de yüksek olduğu malum. Dolayısıyla Osmanlı'da olsun Selçuklu'da olsun saraydan destek görmüşler. Oradaki sultanlar yahut vezirler belirli bir kültür seviyesinde geliştikleri için sanatın öneminin farkına vardıkları için bu sanatları desteklemişler ve biz bugün yüzümüzün akı olan bu sanatlarımızla iftihar ediyoruz. Günümüzde de bazen bakıyorsunuz belli konumdaki mertebedeki siyasiler olsun, devlet görevlileri olsun destekledikleri zaman çok muazzam projelere imza atılıyor. Fakat bazı yerde de yine bu mertebedeki kişilerin desteklerinin çok zayıf kaldığını yapılacak işlere kayıtsız kaldıklarını görüyoruz ve üzülüyoruz. Ya bu işin önemini bilmiyorlar ya da lüzumsuz gibi görüyorlar. Bir kurum binası inşa ederken oradaki bir süslemeyi, bir hattı lüzumsuz olarak görüyorlar. Estetiği ikinci plana atabiliyorlar.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Hat sanatında hangi ekolü benimsiyorsunuz? Kendinize özgü bir tarzınız var mı? Takip ettiğiniz bir ekol var mı?

Hattat Arkın Ongan: Hat sanatında ekollerin oluşumuna baktığımız zaman bir ekol varlığını meydana koyduğu zaman diğer ekol kısa bir süre içerisinde artık tedavülden kalkıyor ve yeni ekol devam ediyor. Popüler olan ekol devam ediyor. Şeyh Hamdullah'tan bu yana Osmanlı tavrı gelişmiştir. O yüzden hattatların piri Şeyh Hamdullah kabul edilir. Şeyh Hamdullah'ın izinden gittiğimiz zaman önce Şeyh ekolü gelir Hafız Osman devrinde bu ekol iyice gelişmiştir. Fakat bu büyük Hafız Osman'dır. Az evvel bahsettiğimiz Küçük Hafız Osman diye geçer karıştırmamak için. Ve birkaç ekol geçtikten sonra yazı iyice kemale erer ve günümüzde Şevki Efendi ekolü dediğimiz ekol gelir. Şevki Efendi tavrında nesih yazı dediğimiz Kur'an-ı Kerim içindeki yazı artık en mükemmel hâlini bulmuştur. Sülüs yazı da ona keza Rakım Efendiden sonra muazzam bir hal almıştır. Celi Sülüs yazı dediğimiz daha büyük yazılarda. Celi yazı 4 -5 metre uzaklıktan okunabilecek kalınlıktaki yazılara denmektedir. İşte bu irilikte yazılan sülüs yazılar da Sami Efendi üslubu devam eder. Tabi diğer yazı tavırlarına baktığımız zaman Talik yazı da Yesari'nin tavrı günümüze kadar devam etmiştir. O koldan devam eder. Yazıların türüne göre yazıların ekolü değişiklik göstermektedir.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Hat sanatında hangi malzemeleri kullanıyorsunuz? Bu malzemeleri hazırlamak, malzemelere ulaşmak zor mudur? Hat deyince bizim aklımıza sadece kalem ve kâğıt geliyor. Hat sanatında sadece kalem ve kâğıt mı var? Mürekkep de var, başka eşyalar var tabi. Bu konuda yani malzemeler konusunda nelere dikkat etmek gerekiyor? Önemli olan nedir? Bu işin püf noktası var mıdır? Kalem, mürekkep ve kâğıt seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz?

Hattat Arkın Ongan: Hat sanatında kullanılan malzemeler; kalem (kamış, bambu, ahşap metal türleri olduğu gibi irileri celi kalemleri diye anılır) , aharlı kâğıt, mürekkep, kalemtıraş, kalemdan (kalem kutusu), lika (mürekkebe katılan has ipek), hokka (içine mürekkep konulan küçük kap), mühre (kapıda düzlük vermekte kullanılan camdan araç), yazı takımı, rik, rikdan, kirpi oku, tavşan kürkü el altlığı gibi başlıca malzemeler olarak sayılabilir.

Kâğıt yüzeyine sürülerek kağıdı bir nevi kuşe kağıt haline getiren ve kalemin kaymasını sağlayan, nişasta ve yumurta akından yapılmış bir bileşim olan ahar, hat sanatında kullanılan ayrı bir unsurdur. Aharlama adı verilen bu işlem ile bir kâğıdın pürüzlü yüzeyi parlatılmış, perdahlanmış olur. Aharlama işlemini, mühreleme işlemi takip eder. Tüm bu işlemler sonrasında kâğıt yazılacak hale gelmiş olur. Bu şekilde hazırlanan kâğıtlar üzerinde hatalı yazıları yalamak, kazımak ve ıslak bir sünger ile silmek ve düzeltmek mümkündü. Kâğıdın değerli olduğu dönemlerde, ahar aynı kâğıda defalarca yazma olanağı verdiğinden özellikle yararlıydı.

Tabii biz kâğıtlarımızı hazırlarken mürekkeplerimizi hazırlarken geleneksel yolla hazırlamaya yahut bu yolla hazırlanmış olanları temin etmeye gayret ediyoruz. Çünkü 1500 yıldır zarar görmeden kaldıklarına şahit olduk.

Bizler günümüzde artık kimyasal konulmuş bazı malzemelerinin ne kadar bir ömür geçireceğini bilemediğimiz için aynı üslubu devam ettiriyoruz. Şöyle ki hatta is mürekkebi kullanılır. İs mürekkebi de yakıldığında is veren bezir yağı gibi çıralı çam gibi malzemelerin yakılmasıyla elde edilen isten oluşturulur. Bu is Arap zamkı ya da zamkı arabi dediğimiz hurma ağacından yapılan bir yapıştırıcıyla taş havanda zemzem suyuyla dövülerek elde edilir. En basit tarifle bu şekilde anlatılabilir. Tabii içerisine muhtelif formüllerine göre eklenen malzemeler ile oluşturulan nice terkipler vardır. Ama en basit tarifi budur. Kâğıt dediğimiz zaman da kâğıdı; kahveyle, çayla, soğan kabuğuyla, lahana suyuyla ve benzer nebati unsurlarla boyarız. Boyadıktan sonra yumurta akı ve şap ile hazırladığımız ahar dediğimiz karışımla aharlarız. Bazen kâğıt ince ise öncesine bir muhallebi aharı yaparız. Ve en az bir yıl dinlendiririz. Dinlendikten sonra akik taşıyla parlatırız ve yazılacak hale getiririz. Tabi bunun günümüzde bu şekilde hazırlayıp bize uğraştırmadan kullanımımıza sunulanlar da mevcut. Onun dışında tabii ki kalemlerimiz, elimizin altına koyduğumuz yazı altlıkları olsun, mürekkep karıştırmak için kirpi dikenimiz, kalemi açmak için maktamız, kesmek için makasımız vesaire bir sürü unsurda onların yanında mevcut.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Şimdi kalemden ve mürekkebin oluşumundan bahsettiniz. Ondan sonra bir eseri oluşturma süreci nasıl ilerliyor, neler yapılması gerekiyor tabi tasarlamaktan yazmaya kadar, ondan sonra korumaya kadar. Bir eseri oluşturma süreciniz nasıl ilerliyor?

Hattat Arkın Ongan: Bir eserin yazımı tamamen hayalde başlıyor. Önce kafamızda neyi, nereye yerleştireceğimizi hayal ediyoruz. Bu kendi tasarlayacağımız şeyde kendi hayal gücümüzle tamamıyla faydalanıyoruz. Bir başkasının isteğini yerine getiriyorsak, önce onun ne istediğini anlamaya çalışıp, ondan sonra bunu yine hayal gücümüzle geliştiriyoruz. Sonra bunu bir taslak olarak kabaca bir kâğıda aktarıyoruz. Daha sonra aktardığımızı temize çekiyoruz. Mükemmeli bulana kadar bu temize çekme devam ediyor. Bazen başladığımızdan bitene kadar başındaki ile alakası olmayacak hâle evrildiği oluyor. İlaveler veya eksiltmeler oluyor. Bu şekilde adeta bir doğum sancısı gibi bir süreci kapsıyor diyebiliriz. Yani bir eserin oluşumu bazen birkaç ay sürebiliyor.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Eserleriniz bittiğinde yorum istediğiniz, gösterdiğiniz danıştığınız kimseler var mı?

Hattat Arkın Ongan: Bir kişi sipariş vermişse tabi ki onunla istişare ediyoruz. Sipariş değil de kendi hayalimizde olanı kaleme alıyorsak önce eşime, icazet aldığım hocalarıma gösterip fikirlerine başvuruyorum. Hocalarım hâlâ hayattalar. Ben iki hocamdan icaz aldım. Bir tanesi Hattat Yusuf Sezer Hocam, bir tanesi Muhammed Enes Huri Hocam. İkisine de gösteririm yazdıklarımı. Tabii başta en büyük destekçim eşim. Eşime öncelikle gösteririm. Bu şekilde onların fikirlerine göre de değişiklikler yaparım. Eskiden hattatlar bazen küçük çocuklara okuturlarmış. Yani bir çocuk dahi rahatlıkla okuyabiliyorsa başarılı olmuştur diye düşünülürmüş.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Duvarlardaki eserler nasıl hazırlanıyor?

Hattat Arkın Ongan: Hattatlar yazıyı kâğıda yazar, nakkaşlar ise naklederler. Hattatın yazamayacağı büyüklükteki yazılar normal ebat ile yazılır daha sonra kareleme yöntemiyle büyütülürdü. Tabi günümüzde teknoloji ile büyütme işlemi çok kolaylaştı. Daha sonra nakkaşlar tarafından duvarlara nakşedilirdi Ayasofya Camii'nin bilinen en meşhur levhaları şüphesiz Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye ait olan fil ayaklarındaki sekiz büyük levhadır. Bu levhaların mekânda oluşturduğu etkinin ne kadar güçlü olduğu camiden içeri giren herkes tarafından fark edilir. Ayasofya Camii’ndeki Kazaskere ait olan bu büyük yazılar kareleme usulüyle büyütülmüş. Fakat caminin içerisinde hazırlanmış. Dolayısıyla da bu camilerin kapatıldığı dönemde dışarıya çıkarmaya muvaffak olamamışlar. Kapılardan geçmemiş. O vesileyle günümüze kadar ulaşmış.

Dr. Muzaffer Yurttaş: En çok çalışmayı sevdiğiniz hat stilleri hangileri? (Sülüs, Nesih, Ta‘lik, Kufi vb.)

Hattat Arkın Ongan: Ben eğitimi, sülüs, nesih, rika ve icaze yazılarından tamamladım. Hepsi tabii ki de bizim için çok önemli. Nesih yazıya ilgim biraz daha fazla. Kur 'an -ı Kerim 'in içinde geçen hat olduğu için bizim için biraz daha tercih edilmesi doğal.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Geleneksel hat sanatı günümüzde nasıl bir konumda? Dijitalleşmenin hat sanatına etkisi nedir?

Hattat Arkın Ongan: Cumhuriyet döneminde harf inkılabında 300 küsur hattatın bir anda kepenk kapattığı söylenir. Hatta Cağaloğlu’nda bütün malzemelerin bir tabut içerisine konularak gezdirildiği ifade edilir. O dönemde bu sanatı yapan bir tek Hamit Aytaç kalmış. Hamit Aytaç Üstad matbaacılığı da olduğundan gündüzleri, matbaa işleriyle uğraşır, geceleri sabahlara kadar hat yazarmış. Kendisi bir köprü olmuş. Bir sürü talebe yetiştirmiş. Bugün o bereketle hat sanatı tekrar eski şahlanışını, eski güzelliğini günümüzde yakaladı. Benim hocalarımdan Hattat Yusuf Sezer Hoca, Hamit Aytaç’ın son talebesidir. Diğer hocam olan Muhammed Enes Huri’nin hocası Hasan Çelebi de Hamit Hoca’nın ilk talebelerindendir. Her iki kanaldan da beslenerek biz de aynı yolu devam ettirip, bizden sonra yetişecek olanlara da örnek olmaya, bir şeyler öğretmeye gayret ediyoruz.

Geçtiğimiz günlerde hocalarımızdan Hasan Çelebi 24 Şubat günü Hakk’a yürüdü. Ve kabre defni esnasında gördük ki hakikaten o damar o kadar büyümüş ki hattatlar o alana sığmadılar. Hat sanatı ülkemizde gayet iyi durumda. Dünya çapında yapılan müsabakalarda, bu hat yarışmalarında birinci olanlar yahut ilk üçe girenler genelde Türkiye'dendir. Yahut Türkiye'deki hocalardan ders alan yabancılardandır. O bakımdan eskiden söylenen meşhur bir söz vardır. “Kur'an-ı Kerim Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı” diye. Bu sözün hâlâ aynı şekilde geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Dijitalleşme tabi ki insanlara bir hattata yazdırmadan kolayca bir eserin benzerine evine koymasına imkân sağlıyor. Fakat sanata olan ilgi arttıkça insanların orijinal bir sanat eserine olan ilgisi de artıyor. O bakımdan dijitalleşmenin zarar verdiğini düşünmüyorum ben.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Şimdi üniversitede öğrenci yetiştiriyorsunuz, derslere de giriyorsunuz. Yeni neslin hat sanatına ya da bu ve benzeri sanatlara karşı ilgisi nasıl? Yeni neslin hat sanatına ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Gençlere bu sanatı sevdirmek için neler yapılabilir?

Hattat Arkın Ongan: 21. yüzyılda millet olarak hızla özümüze dönüş yolundayız. Bunu birçok şeyde gözlemliyoruz. Hat sanatı açısından baktığımızda da gençlere şunu söylemek lazım: Bu sanat bizim sanatımız, bizi biz yapan sanatlardan. Gençlerimize bunları öğretmemiz lazım, bu değerleri anlatıp onları bu alana sevk etmemiz lazım. Geleneksel sanatların öğretim metodu “usta-çırak” ilişkisine dayanır. Bu sanatın sağlam bir şekilde aktarılmasına ve ustanın hâli ile anlamayı sağlar. Bazen sözle ve kalemle anlatılamayacak hususlar ustanın kalem hareketlerinden öğrenilir. Hz Ali’ye nispet edilen meşhur olmuş bir sözde “Hat sanatı ustanın öğretişinde gizlidir” denilir. Bu ancak bir ustanın yanında bulunmakla alınabilecek bir husustur.

Gençlerin sevmesi için belli noktalarda deneyimlemesi gerekiyor. Yahut görmesi, izlemesi gerekiyor. Dolayısıyla da hat atölyelerini ziyaret etmelerini tavsiye ediyorum. Gençlerin büyük bir ilgisi olduğunu biz görüyoruz. Birçok gence de şu anda da dersler veriyorum. Baktığımız zaman günümüzde hızlı bir tüketim toplumu haline geldik. En basitinden bir filmi izlediğimizde küçük bir çocuk ormana terk edilmiş bir maymun buluyor onu yetiştiriyor. Büyük bir savaşçı haline geliyor. Sonra yaşlanıyor, ölüyor. Hepsi doksan dakikaya sığdırılıyor. Bu tabii bilinçaltında da aynı şekilde gelişiyor, herhalde ki, bir sanata başlayan kişi hemen bir hafta on günde artık hız toplamak istiyor. İşte bunun böyle olmadığını büyük bir sabır gerektiğini ve çaba sarf edilerek sabırla işlendiğinde onun kıymetinin daha değerli olacağını öğretmek lazım. O da deneyimleyerek o lezzeti ona tattırarak oluyor. Hat sanatının korunması işte gençlerimizin sahip çıkmasına bağlı. Tabii ki onların da güzel eserleri meydana getirmesi, geçmişte sultanların desteklediği gibi günümüzde de maddi imkânı yerinde olan kurumların yöneticilerin desteklemesiyle daha da hızlı bir koruma altına almış ve nesillere aktarılmış olur diye düşünüyorum.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Evet devletin biraz önce söylediğiniz gibi Osmanlı'da hatlara özel ödenek ayrılması gibi şu an hem devletin kurumlarının hem de belediyelerin bu konuya destek vermesi gerekir. Deve güreşine verdiği destekten daha fazlasını hat sanatını vermesi gerekiyor. Yani deve güreşine karşı değiliz. Yanlış anlaşılmasın ama nasıl futbola, spora destek veriliyorsa, hat sanatına da bu tür sanatlara da desteklerin verilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.

Hattat Arkın Ongan: Baktığımız zaman zaten medeniyetlerin en yüksek oldukları dönemler sanatkârlara en çok değer verilen dönemlere denk gelir. Bu sanatı yaparken öyle ki zamanınızın kontrolü hat sanatının elinde oluyor. Hat sanatı ince zarif bir sanat en küçük hatayı kabul etmez ve siz de böyle bir hataya maruz kalmamak için sabırla işinize odaklanırsınız. Yani harfin kıl kadar kalın olması bizim gözümüze batar, yarım milim uzun olması bizi rahatsız eder. Hat sanatı böyle bir sanattır. O bakımdan insan böyle bunlarla uğraştıkça ister istemez sabırla incelir, incelmek zorunda kalır. Bu kadar zamanın, emeğin ve alın terinin değer görmesini beklemek pek tabii ki bu sanatla uğraşanların hakkıdır.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Şu ana kadar sizin için en anlamlı eseriniz hangisi? Onun hikâyesini paylaşır mısınız?

Hattat Arkın Ongan: Geçtiğimiz günlerde az evvel bahsettiğim gibi Hasan Çelebi’nin vefatında bir konu gündeme geldi. Kendisine sormuşlar bir gün ölseniz yanınızda hangi eserinizi götürmek istersiniz diye. Küçük bir dörtlüğü göstermiş. Tabii ki dörtlük mânâ itibariyle çok önemli. Yoksa üstadın ne eserleri var. Cin Mescidi’nin de yazılarını kendisi yazmış ve daha birçok yer nasip olmuş. Ancak o Küçük dörtlükten bahsetmiş sadece. Ben de şöyle düşündüğüm zaman bakıyorum. Bir hocamızın fotoğraf arşivinde bir mezar taşında düz bir yazıyla yazılmış bir ifade gördüm. “La Hayy illa

Huu” yazıyordu. Beni etkileyen ifade o oldu “La Hayy” diri yoktur, “İlla Huu” ondan başka. Biz yaşamıyor muyuz? İşte aslında biz yaşamıyoruz. Yani burası bir simülasyon diyebilirsiniz. Şu an aslında tek diri olan Cenab-ı Allah’tır. O beni çok etkilemişti. Bir gün bunu bir vesileyle yazmak istiyorum demiştim. Babam Allah rahmet eylesin vefat ettiğinde dedim ki ben babamın kabir taşına bunu ekleyeyim. Kabir taşının tabi şekline uygun kalmaya gayret ederek bir istif hazırladım. Onu da oraya işledim. Bu eserin benim yanımda ayrı bir değeri vardır.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Hat sanatına yeni başlayanlara hangi tavsiyelerde bulunursunuz? Hangi adımları izlesinler? Üniversitede bir öğrenci, lisede bir öğrenci, belki bir ev hanımı, illa öğrenci olması gerekmiyor. Emekli birisi de olabilir. Bu sanatı yapmak isteyen ne yapsın? Hangi yollardan geçsin? Yani kursa mı gitsin? Bir hocanın dizinin dibine mi çöksün? İnternetten mi yararlansın? Ne yapsın?

Hattat Arkın Ongan: Hat sanatı eğitimi uzun soluklu bir eğitim. Öğrenilecek yazı türüne göre ve kişinin kabiliyetine göre üç beş yıl ile 13 yıl arası icazet alma yani mezun olma süresi bulunuyor. Hatta mektupla bu dersi alıp 20 -25 senede mezun olanlar da olduğunu biliyoruz geçmişteki hocalarımızdan. Dolayısıyla eğitim süresi uzun olduğu için halk eğitimlerde ve üniversitelerde verilen eğitimler bir yere kadar verilmiş oluyor. Yani kişinin içerisinde bir cevher varsa onu keşfetmesine vesile olmuş oluyor. O cevheri keşfedenler mutlaka oradaki eğitimini tamamladıktan sonra onu hat sanatındaki silsile usulüyle icazet veren hattatlardan bir tanesinin önüne diz çökerek ondan devamını getirmeli diye tavsiye ediyorum.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Konuştuklarımız dışında okuyucu ve izleyicilerimize başkaca mesajlarınız var mı?

Hattat Arkın Ongan: Hat sanatında her şeyden önce büyüklere yetişkinlere yahut babalara ve ailelere söylemek istediğim bir şey var. Bazı aileler çocuklarının hat sanatına gitmesini istiyorlar ve bu yönde baskı uygulayarak da bize başvuranlar oluyor. Biz onların o isteksizliğini keşfedip onu istedikleri yöne yönlendiriyoruz. Gençlerin yönlendirilmesi lazım, ama uzaklaştırmamak için baskı da yapılmaması lazım. Dolayısıyla sevdirecek şekilde hareket etmek lazım diye düşünüyorum. Onun dışında hat sanatının küçük bir inceliğini de ifade ederek bu sözümü desteklemek isterim. Geçmişte Osmanlı devrinde talebeler yetiştirilirken dört yaşında Âmin Alayı denilen bir alayla şehrin içerisinde dolaştırılırlar. Okula başlatılırmış. Büyük bir heves söz konusu olur ve önlerine is mürekkebi ile kamış konulurmuş. Şimdi bu is mürekkebinde bahsettik o kâğıdın hazırlanması en az bir yıl. İşte taş havanda dövülmesi vesaire çok uzun ve bunun günümüzde kullandığımız gibi bir silgisi yok. Hata yapıldığı zaman ne yapacağız? Buruşturup atacağız mı? Hayır, şöyle parmakla silinir ve parmak yalanırmış. Dolayısıyla mürekkep yalamak tabiri çok tahsil gördüm manasına gelirmiş. Yanlış yaptım, sildim, yanlış yaptım, sildim. Çocuklar işte ona alışsınlar, sevsinler, uzaklaşmasınlar diye o is mürekkebinin içerisinde bal koyarlarmış. Yalarken ağzına tatlı bir tat gelsin diye. Hem mürekkebi hem balı yalasın diye. Bu da sevdirmek adına yapılmış küçük ama önemli bir detaydır.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Türkiye'de gerçekten pek çok camide hattatların çok güzel eserleri var. Benim en çok dikkatimi çeken de Bursa Ulu Camii’ndeki o vavlar. Hakikaten muhteşem ve insan büyüklüğünde daha büyük şekilde yazılmış şeyler. Son olarak onu da sormak istiyorum. Tabii ki bir tablo yapmak elinizin altında, küçük bir ortamda biraz daha kolay diyebiliriz belki de. Ama tabii ki bir binada, bir camide, bir kurumda ya da tarihi bir eserin yanına hat yapmak da daha zor olsa gerek.

Hattat Arkın Ongan: Tabi muhtelif harfler dediğiniz gibi vav olsun elif olsun. Bu harfler bizde epey rağbet görüyor insanlar yüzüklerine, kolyelerine işliyorlar. Mekânlarına çeşitli harfleri asıyorlar. Tabi bunun tasavvufi birçok manaları var. İbn Arabi'nin harflerin ilmi kitabında benim okuduğum kadarıyla kendisi şunu zikreder. Harfler de ümmetlerden bir ümmettir. Onların da peygamberleri vardır, fakat keşif sahibi olanlar sadece bunu görür. Başkaları bilmez der. Her harfi 80 bin meleğin indirdiğini ama elif harfini kaç bin meleğin indirdiğini sayılamadığını zikreder. Ve harfleri üç grupta toplar ve der ki birincisi yazılı harfler ikincisi sözlü harfler, diğeri de hafızadaki harfler. Sözlü harf söylendikten sonra iş bitmiştir geri alamazsın. Sözlü harfler gökyüzünde asılı halde durur keşif sahipleri görür derler. Geçmişteki o Matrix filmindeki harfler gibi belki de gökyüzünde asılı durup zikrederler. Yazılı harfler silinmeye müsaittir, düzeltmeye müsaittir. Dolayısıyla insana acele karar vermekten hata yapmaktan korur. Kendini tashih etmesine müsaade eder. Diğeri de hafızadaki harflerdir. O hafızadaki harfler de geleceği şekillendirdiğini zikreder. Bugün de kuantum ile ilgilenenlerin zikrettikleri şeylere belki de böylelikle açıklık getirmiş olur. Ama en basit tasavvuf tabiriyle baktığımız zaman derler ki elif vahdaniyeti, vav kulu simgeler. Sen kullukta vav gibi olursan kabre elif gibi dimdik gidersin diye zikredilir. Ulu Cami’deki vavlara baktığımız zaman dört vav iç içe yazılmıştır orada. Ve ortasında” vavlardan sakının” manasında “itteku-l vavat” hadisi vardır. Vav harfinin kendisinden değil vav ile başlayan kelimelerin içerdiğinden sakının mânâsına geldiğini ifade eder. Çünkü vekâlet, veraset, velayet, vakıf, bunlarda hep kul hakkı içeren şeyler bulunmaktadır. Vavlarından sakının diyerek bu kul haklarından sakındırılmak istenmiştir.

Dr. Muzaffer Yurttaş: Arkın Hocam verdiğiniz değerli bilgiler ve cevaplar için teşekkür ediyoruz.

Hattat Arkın Ongan: Ben de teşekkür ediyorum. Hayırlar diliyorum.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.